‘Erdoğan normalleşmeye bakışını itiraf etti, CHP değerlendirecektir’
ANKARA – Neredeyse hiçbir dönem sakin seyretmeyen Türkiye siyasi gündemi, 14-28 Mayıs 2023 Cumhurbaşkanlığı ve Genel Seçimleri’nden bu yana şaşırtmayan bir tempoyla ilerliyor. 2023 seçimlerinden bu yana CHP, DEM Parti, İYİ Parti’nin de aralarında bulunduğu siyasi partilerde köklü değişiklikler yaşandı, bu değişikliklerin önemli bir kısmı bir hayli sancılı oldu. Seçim sonuçları ve siyasi partilerdeki yönetim değişiklikleri partilerin siyaset tarzlarına da yansıdı.
Türkiye kamuoyu bu değişimleri anlamlandırmaya çalışırken çok da uzun sayılmayacak bir aranın ardından Türkiye tekrar sandık başına gitti. 31 Mart Yerel Seçimleri iktidar partisinin beklenmeyen başarısızlığı, muhalefetin şaşırtan başarısıyla sonuçlanınca klişe tabirle siyasette kartlar yeniden karılmaya başlandı. Ama kartlar karılırken kafalar da karıştı. CHP ve AK Parti arasındaki temaslar, Erdoğan-Özel görüşmeleri ‘normalleşme-yumuşama’ ifadeleriyle tartışılırken Hakkari Belediyesine kayyım, Kobanê Davası’nda yüksek cezalar geldi. Cumhur İttifakı’nın Sinan Ateş cinayeti ile sınavı da buna eklenince ekranlarda her konuda özgüvenli yorumlarını izlemeye alışık olduğumuz yorumcular bile tıkandı, tükendi.
Tüm bu süreci siyasette deneyimli bir isimle, DEM Parti Erzurum Milletvekili Meral Danış Beştaş ile konuştuk. Beştaş, iktidara göre normalleşmenin iktidarın dediklerinin kabul edilmesi olduğunu söyledi. Erdoğan’ın bu yaklaşımını itiraf ettiğini söyleyen Beştaş, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in iktidarla ilgili adımları için de “Bizim kadar CHP de iktidarı tanıyor’ değerlendirmesi yaptı. Beştaş’ın siyasetin karmaşık gündemine dair sorularımıza yanıtları özetle şöyle oldu:
‘NORMAL BİR YAŞAM AKIŞI YOK TÜRKİYE’DE’
Siyasette bir ‘normalleşme’ tartışması sürüp gidiyor. Bu tartışmayı nasıl değerlendiriyorsunuz ve partinizin ‘normalleşme’ sürecindeki pozisyonu nedir?
Normal bir yaşam akışı yok Türkiye’de. Totaliter bir rejim gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Bugün iktidar partisi içinde de bir demokratik işleyiş yok. Cumhurbaşkanı’nın iradesi olmadan dokunulmayan bir yasama faaliyeti yürütüyoruz örneğin. Yasama organının kendi başına çalışamadığı bir ortamdayız. Ekonomi zaten herkesi felç etmiş durumda. Barınma sorunu, geçim derdi, eğitim, gelecek kaygısı, yoksulluk, düşük ücretler, işsizlik… Herkesin temel gündemi bu. Bu nereden kaynaklanıyor? Tabii ki siyasetten. Siyasette bir normalleşme, normal bir akış yok.
Ama elbette normalleşme olmalı. Asıl soru nasıl bir normalleşme olacağı. Normalleşmenin ilk kuralı her şeyi özgürce konuşabilmektir. Vatandaşın, medyanın, sivil toplumun, özgürce konuşabilmesi gibi bir normalleşmeye ihtiyacımız var.
Başka nedir normalleşme? Ekonomik krizden birilerinin nemalanmasını önlemektir. Vergiyi vatandaşa yükleyen değil daha çok kazanandan almaktır. Vatandaşın hayat standardını, yükseltmektir.
Sosyal anlamda normalleşme kadınların yaşam hakkına müdahale edilmemesidir. Kadınların kaç çocuk doğuracağından kürtajına, nereye gideceğine karışmamaktır. Normal olan Diyarbakır’da dans gösterisine saldırmamaktır mesela.
‘ERDOĞAN NORMALLEŞMEYE NASIL BAKTIĞINI İTİRAF ETTİ’
İktidarın normalleşme anlayışını nasıl tanımlarsınız?
Erdoğan partisinin MYK toplantısında bir itirafta bulunmuş aslında. Demiş ki; “Normalleşme anayasa, terörle mücadele, dış politika gibi milli meselelerde iç cepheyi tahkim etmeye çalışıyoruz.” Grup toplantısında da benzer şeyler söylemiş. Bu normalleşmeye nasıl baktığına dair gerçek bir itiraf.
‘ONLARIN NORMALLEŞME DEDİĞİ KENDİ DEDİKLERİNİN KABUL EDİLMESİDİR’
Neyi itiraf etmiş oldu?
Son seçimde CHP’nin birinci parti olması, kendi içinde kaleleri olarak niteledikleri Üsküdar gibi birçok merkezi kaybetmeleri, Ankara’da yüzde 60’la kaybetmeleri, Kürt illerinde hezimet yaşamaları onları düşünmeye, yeni bir politika geliştirmeye sevk etti. Ama ‘biz demokratikleşelim, eleştirilere yanıt verelim’ noktasında değiller. Onlar normalleşirken ‘bizim istediğimiz anayasaya ‘evet’ diyeceksiniz’ diyor. ‘Biz anayasa tartışmasını önünüze koyacağız ve siz bize uyacaksınız’ diyor. Onların normalleşme dediği kendi dediklerinin kabul edilmesidir. İç politikayı da kendi istedikleri gibi yönetip, kendi dediklerini dayatma yöntemini seçiyorlar. Daha yeni Hakkari’ye kayyım atadılar. Bu mu normalleşme?
‘BİZİM KADAR CHP DE AKP İKTİDARINI TANIYOR’
CHP’nin ‘normalleşme’ kapsamında iktidarla kurduğu diyaloğu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Cumhurbaşkanı’nın ‘iç cepheyi tahkim etmeye çalışıyoruz’ açıklamasından sonra herhalde CHP yeni bir değerlendirme yapacaktır. Ama şunu söyleyebilirim; bizim kadar CHP de AKP iktidarını tanıyor. Onlar kendi açılarından kendi siyasetlerini etkili kılma yöntemi uyguluyorlar. Yoksa ben CHP’nin iktidarı tanımadığını, amaçlarını öngöremediğini düşünmüyorum.
‘ÖZGÜR ÖZEL’İN DIŞ POLİTİKA SÖYLEMİ KABUL EDİLEMEZ’
Fakat bazı konularda çok ciddi yanlışlıklar da var. Mesela Özgür Özel ‘İç politika ayrı, dış politika ayrı. Dış politikada birlikteyiz’ demişti. Bu korkunç bir şey. Dış politikayla iç politika ayrılamaz. Türkiye’nin sınır ötesi operasyonları, Libya’dan Somali’ye kadar asker göndermesi iç politikadan bağımsız mı? Dolayısıyla ana muhalefet partisinin dış politikayla, iç politikayı kesin çizgilerle ayırması kabul edilemez.
Eğer dış politikada birlikteyseniz Kürtlere düşmansınız. Hadi hepiniz düşman olun. İktidar bu düşmanlığı içeride de dışarıda da yayıyor. Ne yapıyor? Irkçılığı, milliyetçiliği, şovenizmi körüklüyor. Ve böylece oylarını arttırıyor. MHP’nin yaptığı da şu anda bu. O zaman CHP de mi bunu yapacak? Olası bir savaş tezkeresine ‘evet’ mi diyecek?
‘İSTİKŞAFİ GÖRÜŞMELERİN YAŞANDIĞI 7 HAZİRAN – 1 KASIM ARASININ BAŞKA BİR VERSİYONUNU YAŞIYORUZ’
Normalleşme tartışması nereye varır?
Bu konuda 1 Kasım’a giderken yapılan istikşafi görüşmeler çok önemli bir referanstır.
Orada seçime gitmeyi meşrulaştırmak için, darbeyi meşrulaştırmak için haftalarca Ahmet Davutoğlu başkanlığında istikşafi görüşmeler yapıldı. Şimdi o dönemin başka bir versiyonu yaşanıyor.
‘ÖNÜMÜZDE ÇOK CİDDİ RİSKLER VAR’
7 Haziran-1 Kasım arasında ve sonrasında yaşananları hatırlayınca çok korkutucu bir öngörü bu. Benzer süreçlerin yaşanma ihtimali olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Bugün yaşananlara, görüşmelere bakınca ben direkt o dönemi hatırlıyorum ve tehlikeli buluyorum açıkçası. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolu, AKP-MHP’den kurtulmasının yolu en geniş demokratik cephenin kurulmasıdır. Muhalefetin hakikaten asgari müştereklerde ortak hareket edebilme yeteneğini kazanmasıdır. Önümüzde çok ciddi riskler var.
‘MUHALEFET 2016’DAN DAHA İLERİ BİR NOKTADA’
Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki değişimle birlikte bugün CHP’de 2015-2016 ve sonrasındaki tutumundan daha farklı bir tutum olmasını bekliyor musunuz? Özgür Özel’in de sıkça ifade ettiği ‘Türkiye İttifakı’ kurma iddiasını da hatırlatarak sorayım.
2016’yla kıyaslarsak birçok ders alınmış olması lazım. Bunu bizim için de söylüyorum. Bu iktidarın, bu ittifakın pratiğini hepimiz yaşadık, iliklerimize kadar yaşadık. 15 Temmuz’u nasıl bir fırsata dönüştürdüklerini çok iyi biliyoruz. Binlerce insanın ihraç edildiğini biliyoruz. Yine 15 Temmuz’un partimizi tasfiye etmeyenin bir aracı olarak nasıl kullanıldığını gördük. Muhalefet partilerinin bir bölümü de tüm bunların farkında. Halk da bunun farkında. Ve en önemlisi halk basıncı çok yüksek artık. Son seçimde bunu gördük. Toplum çok politize bir davranış gösterdi. Bu iktidara kırmızı kart gösterdi. Bu devam ediyor, bütün anketlerde bunu görüyoruz. Hemen tüm muhalefet partilerinin oyu artıyor. Bu anlamda 2016’dan daha ileri bir noktada olduğumuzu düşünüyorum.
‘KAYYIM ATARLARSA DAHA BÜYÜK KAYBEDERLER’
Sizin de az önce hatırlattığınız gibi Hakkari’ye kayyım atandı. Kayyım atamalarının devam etmesini bekliyor musunuz? Parti olarak bir planlamanız var mı?
Devam etmemesi gerekiyor. Kayyım atamak başlı başına bir darbe yöntemi. İradeyi, hakkı, hukuku, seçme-seçilmeyi her şeyi reddeden bir darbe pratiğidir. Bize darbeye karşı direnmek, mücadele etmek düşer. Hakkari başta olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında protestolar, etkinlikler, basın açıklamaları devam ediyor. Üstelik Türkiye’nin batısında da güçlü bir kamuoyu oluştu. Uluslararası anlamda çok tepki var. 29’unda İstanbul’da büyük bir miting olacak. Bizim partimizin tek başına yaptığı bir miting değil bu, biz de orada olacağız. Bu darbeciliği bırakmak istemiyorlar belli. Küçük ortakları zaten biz olmadan tek cümle kuramıyor. Ama bu onlara fayda sağlamayacak. Kaybettiler, kayyım atarlarsa daha büyük kaybederler.
AK Parti içinde kayyım uygulamasına karşı olanlar olduğu biliniyor. Sizin bir bilginiz var mı bu konuda?
Kesinlikle bir görüş birliği olmadığını biliyoruz. Bu konuda kendi iç çatışmalarını herkes görüyor artık. Bence Saray’da da bir tartışma var. Umarım kendi içlerindeki bu tartışma halkın lehine sonuçlanır.
‘GENERALLERİN BIRAKILDIĞI AN CANIM ÇOK YANDI’
Özel-Erdoğan görüşmelerinin ardından olumlu olduğu değerlendirilen bazı adımlar atıldı. Örneğin 28 Şubat tutuklusu yaşlı ve hasta generaller tahliye edildi. Ama cezaevlerinde çok fazla hasta tutuklu var. Siz de bu konuyla özel olarak ilgileniyorsunuz. Tüm hasta tutuklular için bir adım atılma ihtimali görüyor musunuz?
‘Normalleşme, Kürt meselesine kadar, Kürtlerin hak ve özgürlüklerine kadar’ politikası ezeli bir politika. Ama ebedi olamaz. Hasta tutuklular konusunda partimiz bir mücadele yürütüyor. Asla gündemimizden düşürmeyeceğimiz çok önemli bir mesele.
Generallerin bırakılmasına gelince; generallerin bırakıldığı an canım çok yandı. Onlar bırakıldığı için yanmadı canım. Elbette bırakılacaklar 80-90 yaşındaki hasta insanlar. Tabii ki yerleri cezaevi değil.
‘MAKBULE ÖZER VE HANİFE ARSLAN GENERAL DEĞİL, TÜRK DEĞİL’
Ama onlar bırakıldığı an aklıma Makbule Özer (82) geldi, Hanife Arslan (81) geldi. Onlar general değil, onlar Türk değil. Tek suçları Kürt olmak ve general olmamak. Bence CHP’nin de bunu katiyen kabul etmemesi gerekiyordu. ‘Hastalar arasında, yaşlılar arasında, mahpuslar arasında ayrım yapılamaz’ demesi gerekirdi.
Yani devlet vatandaşına düşman olmaz. Hasta ve yaşlı mahpusların cezaevinde tutulması Türkiye’nin en önemli problemlerinden bir tanesidir. Burada bir parantez de açmak istiyorum. Mesela şu anda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları alanlar hiçbir şekilde tahliye edilmiyor. Ölümlerine bir gün de kalsa tahliye edilmiyorlar. Çünkü Ceza İnfaz Kanunu’nda bunu sağlayan bir hüküm var. Bu hükmün değişmesi gerekiyor. Bu hükmü İmralı için getirdiler. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ‘Umut Hakkı’ kapsamında Öcalan’la ilgili bir karar verdi. ‘Umut Hakkı çerçevesinde ne zaman çıkacağını öngörebilmesi gerekiyor’ dedi. Yani özetle şunu söyleyebilirim; hasta ve yaşlılar için özellikle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları alanlar için bir çözüm bulunması gerekiyor.
‘BİR ADALET BAKANI YALAN ATAR MI?’
İmralı’daki durumdan bahis açılmışken, geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, DEM Parti milletvekilleri ve hükümlü yakınları ile Barış Anneleri bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede hem Abdullah Öcalan’ın hem de tüm hasta tutukluların durumu gündemdeydi. Ancak basına yansıdığı kadarıyla olumlu bir sonuç alınamadı. İktidarın Abdullah Öcalan’a yönelik uygulamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidarın tecrit politikası çok uzun süredir devam ediyor, aslında 1999’dan bu yana devam ediyor. Zaman zaman hafifliyor, görüşmeler olabiliyordu çözüm sürecinde olduğu gibi. Fakat son tecrit uygulaması 40 aydır devam ediyor. 40 aydır hem Sayın Öcalan, hem de Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş’tan haber alınamıyor. Bu konuyla ilgili AİHM’in kararını hatırlatarak sunduğumuz son soru önergemize çok vahim bir cevap aldık. Adalet Bakanı İmralı Cezaevi’nde infaz mevzuatının tüm hükümlülere eksiksiz uygulandığını, tecrit kavramının oluşması için mahkumların kimseyle görüştürülmemesi gerektiğini, oysa İmralı Cezaevi’nde kalan hükümlerin ortak etkinlik, aile ve avukat görüşü konusunda engellenmediklerini söyledi. Bir Adalet Bakanı yalan atar mı? Hem de yazılı belgede. Engelleniyor. Biliyoruz bunu. Bir de diyor ki “Ziyaretçi kabulünün yasaklanması, telefon görüşünün engellenmesi şeklindeki disiplin cezalarına itiraz edilmediği ve cezalar kesinleştiği için bu hakları kullanamadıkları…” 4 kişi kalıyorlar. 4 kişiye disiplin cezası veriliyor. Ve disiplin cezası avukata tebliğ edilmiyor. Tebliğ edilmeyince itiraz da edilemiyor. Disiplin cezalarını yöntem olarak kullanıyorlar. Kendilerince bir meşrulaştırma yöntemi. Ve bu tebligatlar gizli yapılıyor yani gizli soruşturma yapıyorlar ve karar veriyorlar.
Dünkü bakan görüşmesinden de bir netice alınmadığını biliyorum. Yani bu konuda yine samimi, çözüm odaklı bir yaklaşım göstermediğini söyleyeyim bakanın. Çözümsüzlük politikası maalesef devam ediyor.
‘JAPONYA’DA BİRİNCİ PARTİYİZ; JAPONYA’DAKİ KÜRTLER DEPORT RİSKİYLE KARŞI KARŞIYA’
Merak ettiğimiz bir başka başlık Japonya ziyaretiniz. Hakkari Milletvekiliniz Vezir Coşkun Parlak’la birlikte yakın zamanda Japonya’da temaslarda bulundunuz. Neden gittiniz Japonya’ya?
Öncelikle kendi seçmenlerimizle buluştuk. Japonya’da biz birinci partiyiz. Adıyaman ve Antep’ten giden binlerce Kürt yurttaş yaşıyor orada. Orada 1500 kişilik bir konserde buluştuk, sohbet ettik, hasret giderdik. Ayrıca orada yaşayan seçmelerimizin yaşadıkları sorunlar vardı. Japonya’nın mültecilik politikası oldukça dar. Bununla ilgili görüşmeler yaptık. Göçmenlerle ilgili, sığınmacılarla ilgili politikayı ilgililerle görüştük. Hem iktidar hem de muhalefet partilerinden temsilcilerle bir araya geldik. İnsan Hakları Komisyonu toplantısına katıldık orada, mecliste. Oldukça verimli bir görüşmeydi. Bir sunum yaptık.
Çok sayıda milletvekilliğiyle o toplantıda buluştuk. Japonya’da Kürtlerin ve DEM Partililerin yoğun olarak yaşadığı bölgenin valisiyle görüştük. Önemli bir görüşmeydi. Ayrıca çeşitli derneklerle, dostluk gruplarıyla, akademisyenlerle, insan hakları aktivistleriyle, gazetecilerle de bir araya geldik.
Ne gibi sorunlar yaşıyor Japonya’daki Kürtler?
Çok sert bir mülteci politikası var Japonya’nın. Vizeler çok uzun sürede veriliyor. Yeni bir de yasa çıkmış Japonya’da, mültecilere haziran ayının sonuna kadar süre süre verilmiş. İstenen koşulları tamamlamayanlar deport (sınır dışı) edilme riski ile karşı karşıya kalacak. Koşulları taşımayanlar. Bu sorunu ve tüm sorunları muhataplarıyla görüştük.